Akropol ve Asklepion’da yapılan kazılar neticesinde ortaya çıkarılan eserler Alman Kazı evi bahçesinde küçük bir depo-müze inşa edilerek koruma altına alınmıştır. Kazılar devam ettikçe açığa çıkan eserlerin artması bu yapıyı yetersiz kılmıştır. Eserlerin bir bölümü şehir merkezinde sonraları halkevi olarak kullanılacak binaya nakledilir. Kısa bir süre içerisinde bu yapının da yetersiz kalması sonucu, 1932 yılında Mareşal Fevzi Çakmak yeni bir müze binası yapılması için talimat verir ve 1933 yılında Mimar Bruno Meyer ve Harold Hanson’ın tasarımı olan müzenin temeli atılmış ve 30 Ekim 1936 tarihinde açılmıştır.

Müzedeki Erken Tunç Döneminden Bizans Dönemine kadar değişik dönemlere ait arkeolojik eserlerin çoğu Bergama ve çevresinde yapılan kazılardan çıkmıştır.

Civardaki antik yerleşimlerden çıkan buluntular içinde Pergfamon heykeltraşlık ekolüne ait örnekler, Pitane ve Gryneion’dan gelen Arkaik Dönem buluntuları, Myrina terracottaları dikkat çekmektedir. Etnografya seksiyonunda bölgeye ait halı, kilim (Yuntdağ, Yağcıbedir, Kozak Bergama dokumaları), kumaş dokuma örnekleri, el işlemelerinin yanı sıra Anadolu’nun diğer yörelerine ait el emeği eserler de sergilenmektedir.

Bergama merkezinin yerinde kurulu olan Pergamon Antik Kenti, MÖ 282-133 arasında krallığın başkenti olarak biliniyor. Bu dönemde yapılan saray, tapınak, tiyatro gibi yapılan çok sayıda eser günümüzde görülebilir durumda. Hellenistik bir kente ait mimari yapı topluluğu hiçbir yerde Pergamon’da olduğu kadar iyi korunmamış. 1870’lerde başlayan kazı çalışmalarının hala sürdüğü antik kentte en önemli yerler Akropol ve Asklepion’dur.

Bergama Akropolü Bergama devletinin kutsal alanları ile kral sarayları, tiyatro, Zeus sunağı, Athena tapınağı, Trajon ve Hadriyan tapınağı, şehir yerleşim bölgesi, Demether kutsal alanı, Gymnasîumlar, yukarı ve aşağı agorayı kapsayan bölge Akropol olarak biliniyor. Asklepion kutsal alanı ise iç tarafı staolarla ve doğu yanı çeşitli yapılardan oluşan içerisinde kütüphane, gezinti yolu, tiyatro, su ve çamur banyoları, uyku odası ve tüneli bulunan açık bir alan. Bergama kazılarıyla çıkarılan en önemli eser Zeus Sunağı, bugün ana vatanından uzakta, Berlin Pergamon Müzesi’nde sergileniyor. UNESCO Dünya Mirası Listesindeki Bergama Antik Kenti giriş ücreti 25TL.

Anadolu’nun en görkemli dini anıtsal yapılarından Sarepeion Tapınağı, tamamının tuğladan yapılması ve büyük ön avlusu nedeniyle halk arasında Kızıl Avlu olarak biliniyor. MS 2. yüzyılda yapıldığı düşünülen tapınağın, Mısır tanrıları Serapis ve İsis’e adandığı düşünülse de yan tarafındaki iki yuvarlak yapının tanrıları sırrını koruyor. Tarih boyunca ilaveler yapılan tapınak, Anadolu’daki erken 7 kiliseden biri olarak kullanılmış.

Bergama Asklepion’u Eskiçağ’da Epidaurus ve Kos’taki örneklerine eşdeğer önemde bir sağlık tedavi merkezi idi. Pausanias’a göre Bergama’da ilk Asklepios Tapınağı M.Ö 4.yy’ın ilk yarısında kurulmuştu. Kazılarda kutsal yerin M.Ö 4 yy’dan beri var olduğu ve Hellenistik Dönemde geliştiği saptanmıştır.

Asklepios Kutsal Alanı, galerili avlusu, 3500 kişilik tiyatro yapısı, İmparator Hadrianus’a ait kült salonu, kütüphanesi, yuvarlak planlı Asklepios Tapınağı ile Roma Dönemi’nde oldukça önemli bir sağlık merkeziydi.

M.S II. yüzyıl ortalarında burada 13 yıl kalmış olan hatip Aelius Aristides’ten tedavi şekillerini ve yöntemlerini öğrenmekteyiz. Burada genellikle telkin ve fizyoterapinin bugün halen kullanılmakta olan çeşitli şekilleri uygulanmakta idi. Kutsal sudan içilmesi, su ve çamur banyoları, açlık-susuzluk kürleri, şifalı otlar, kremlerle yağlanma başlıca tedavi yöntemleri idi.

Asklepion adını Apollon’un oğlu olan ve Sağlık Tanrısı olarak bilinen Asklepios’tan alıyor. Asklepios’un mitolojideki hikâyesi şöyle;

Ölümün girmesinin yasak olduğu, vasiyetnamelerin hiç açılmadığı şehir Apollon Koronis’e âşık olur, ancak Koronis onun bu aşkına ihanet eder ve karnında Apollon’un çocuğunu taşıdığı halde Arkadialı Iskhys ile evlenir. Apollon bunu duyunca çok öfkelenir ve Koronis ile Iskhys’in yakılarak öldürülmelerini emreder. Koronis’in cesedi yarı yanmışyarı yanmamışken Apollon onu alevlerin arasından çıkarıp karnını yardırır ve halen canlı olan oğlunu alıp, onu yetiştirmesi için bir Kentauros (yarı insan yarı at) olan Khrion’a verir.

Asklepios, hekimliğive hastaları iyi etmenin sırrını kendisini yetiştiren Khrion’dan öğrenir. Böylece, iyi olacaklarından umut kesilen hastaları bile iyileştirmeye başlar ve “Hekimlik Tanrısı” olarak mitolojideki yerini alır.

Asklepios adına yaptırılan sağlık şehirlerinin en ünlüleri Peloponnes’teki Epidavros (Epidauros), Hippokrates’in görev yaptığı Gökova Körfezi’nin ağzındaki Kos Adası (İstanköy) ve Bergama’daki Asklepion’dur. Tarihçiler tarafından MÖ V. yüzyılın ortalarında Asklepion’un kurulduğu belirtilmektedir. Asklepion’a şifa bulmaya gelenler “propylon” avlusuna alınır, muayene edilir, teşhis konur, iyi olacak gibilerse Asklepion’a girmelerine izin verilirdi. İyileşemeyecek ağır hastalar ve doğum yapacaklar asla içeriye alınmazdı.

Bergama İlçe merkezi Atmaca mahallesinde Viran Kapı adıyla bilinen ,Antik yapı kalıntıları Roma dönemi tiyatrosunun ayakta kalan kemeridir.

Pergamon kentinin kuzeybatısı ile Bergama Çayı arasında Roma dönemi yerleşkesi bulunurdu.

Roma döneminde Asklepion’a giriş, bugün sadece kısa bir duvarı bulunan ve halk arasında Viran Kapı olarak adlandırılan kemerli kapıdan yapılırmış. Ancak hastahanenin prestiji ve öneminden dolayı içeriye hiçbir zaman hamileler ve ölümcül hastalığı olanlar alınmazmış. Zaten –bir rivayete göre– Viran Kapının üzerinde (Bütün Tanrıların Kutsiyeti için Asklepion’a Ölüm Girmesi Yasaktır) yazıyormuş. Bu önemli telkin ile hastaların içeride mutlak suretle iyileşeceklerine dair bir inancın oluşmasına neden olmuştur.

Günümüzde seyirci yuvarlağı bir toprak çukuru gşbş görülebilmekte, hala ayakta olan kapısıyla (viran kapı) güney kanadının bitiş duvarı ve kuzey kanar binasından kalan pek az parça dikkat çekmektedir. Tiyatronun büyük bir bölümünün 19. Yüzyılın sonlarına doğru ortadan kaybolduğuna dair haberler mevcuttur.

1938 ve 1958 yıllarında yapılan sondajlar, tiyatronun planı ve yapılışı kanusunda önemli veriler getirmemiştir. Yapı tekniği, ki buna ortaya çıkarılan parçalar da dahildir, binayı erken orta imparatorluk dönemine tarihlemektedir. Güneydeki tiyatro kanadı içinden geçen Via Tecta’nın kemeri, tiyatronun ancak Traianus zamanına tarihlenebileceğini gösterir.

Bergama’daki bu amfitiyatro dünyada başka yerlerdeki bazı örneklerde olduğu gibi, tabanından dere akan, iki karşılıklı yamaca inşa edilmiş, gladyatör dövüşleri/gösterileri yapılan bir Roma devri eseridir.
Amfitiyatrolarda tiyatro gösterisi yapılmazdı, esas yapılış amaçları şimdiki stadlara benzer şekilde spor ve savaş oyunlarının oynanmasıydı.

Bergama’da da tabanından Tellidere geçer ve önü set ile kapatılıp arenası havuz haline getirilirdi. Burada timsahların da olduğu gladyatör gösterileri veya kayıklar içinde dövüşler olurdu, böylece askeri eğitime de hizmet etmiş olmaları muhtemeldir.

Bergama amfitiyatrosu 50 bin kişi kapasiteliydi.

Türkiye’de bir benzeri Erdek yakınlarındaki Kzykos antik kentinde yer alır. Onun da tabanından dere akar.